23 Ocak 2016 Cumartesi

William Harvey ve Kan Dolaşımı

Kan dolaşımını günümüz biliminin tanımladığı şekilde tanımlayan ilk insan William Harvey 'dir. Zaten hemen hemen herkesin, kan dolaşımını William Harvey 'in keşfettiğini bildiğini sanıyorum. Bu buluşun pek çok insan gözünde hekimlik için gerekli bilgilerin elde edilmesi bakımından çok önemli bir gelişme oluşturduğu açıktır. Daha da ileri giderek, modern anlamda tıp biliminin gerçek başlangıcını, William Harvey 'in araştırma sonuçlarını içinde toparlayan, Kalp ve Kan Hareketleri Üzerinde Anatomik Bir İnceleme adlı ilginç küçük kitabının yayınlanmasının tarihi (1628) olarak gösterebiliriz. Kaldı ki, Harvey 'in çalışması doğal bilimlerin tüm dalları yönünden büyük bir önem taşır. Bu çalışma o zaman için henüz çok yeni, hatta devrimsel olan, doğayı gözlem ve deney yoluyla inceleme yönteminin ilk ve çeşitli bakımlardan en doyurucu örneklerinden birini vermiştir. Çünkü, bundan önceki bölümlerde de değinildiği üzere Harvey 'e gelinceye dek geçen son bin yıl boyunca Avrupa 'da insanların doğayı böyle bir yöntemle inceleme girişimlerine rastlanmamıştır. Antik Yunan filozoflarının kendi gözlemlerine dayanarak kurdukları teorilerin, kilise aracılığıyla, birer dogma niteliğini kazandığını biliyoruz. Harvey 'in kendi ilgi alanı olan fizyolojide, Yunan döneminin ünlü hekimi Galen 'in bir ölçüde de Aristoteles 'in yazdıkları, yüzyıllarca söz götürmez doğrular olarak benimsenmişti. Öyle ki, bunları şu ya da bu şekilde eleştirmek bir tür günah işlemek, dolayısıyla tehlikeyi göze almak demekti.

Harvey 'in yaşam döneminde, insan düşüncesine vurulmuş bu zincirler gevşeme ve kırılma sürecine girmiştir. 1543 yılının bir ayı içinde bilim tarihi yönünden çok önemli iki olay biliyoruz. Bunlardan biri Kopernik 'in Güneş merkezli sistemi içeren modern astronominin temelini atmış olması; diğeri Padua 'da tıp profesörü olan Belçikalı olan Vesalius adlı birinin, gerçek teşrih (diseksiyon) çalışmalarına dayanan insan vücudu anatomisini il kez tam ve doğru betimleyen İnsan Vücudunun Yapısı adlı kitabını yayımlamış olmasıdır. Daha sonra gene Padua 'da profesör olan Galileo 'nun, hareket yasalarına ilişkin deneysel araştırması, basit bir teleskopla Jüpiter gezegeninin uydularını keşfetmesi gibi çalışmaları gelir. Genç Harvey, Cambridge Üniversitesi 'ndeki öğreniminden sonra tıp öğrenimini tamamlamak için Padua 'ya geldiğinde, o öncü bilim adamlarının anıları henüz tazeliğini koruyordu. Harvey 'in yanında çalışmaya başladığı anatomi hocası Fabricius, Vesalius 'un hemen ardından aynı kürsüyü işgal ediyordu. Fabricius 'un kendisi toplardamarlardaki kapakçıkların ilk ve tam bir betimlemesini yapmış olmakla tanınıyordu. Harvey bu bilgiyi daha sonra kanın toplardamarlarda yalnızca tek yönlü (yani, kalbe doğru) geçtiği olgusunu ortaya koyduğunda kanın vücutta dolaştığı savını doğrulayıcı önemli bir kanıt olarak kullanır. Görülüyor ki, Padua 'da öğrenimi sürdürürken Harvey 'in, İngiltere 'de çok geçmeden ''yeni felsefe'' diye adlandırılan, ''kişi doğaya ilişkin bilgisini kendi gözlem ve deneyleriyle geliştirmelidir'' öğretisinin canlı havasını özümsemesi doğaldı.

Harvey, ülkesine dönüp, Londra 'da St. Bartholomew Hastanesi 'nde hekim olarak işe koyulduğunda, doğaya bu yeni yaklaşımın tüm heyecanını taşıyordu. Kaldı ki, bu yeni hava o daha dönmeden İngiltere 'yi sarmıştı. Kraliçe Elizabeth I 'in hekimi William Gilbert, mıknatısın özellikleri üzerindeki kitabını yayımlamıştı bile.. Bu kitap, Gilbert 'in mıknatısla ilgili daha sonraki tüm çalışmaların temelini oluşturan dikkate değer bir dizi gözlem ve deneylerini sergiliyordu. O sırada Francis Bacon da, doğaya yeni yaklaşımı felsefi yazılarında son derece açık ve doyurucu bir dille işliyor, doğa bilgisinin ancak gözleme dayalı indüksiyonla, teorinin deneysel teste tabi tutulmasıyla gerçekleşebileceği tezini savunuyordu. Gariptir ki, Bacon, Harvey 'in hastalarından biri olmasına karşın, önerdiği bilimsel yöntemi o denli başarıyla uygulamakta olan hekimin çalışmasından, ne o sırada, ne de daha sonraki yazılarında, söz etmektedir. Öte yandan Harvey 'in de, Bacon 'ı pek beğendiği söylenemez; nitekim ondan söz ederken, Bacon 'ın felsefeyi (deneysel bilimi demek istiyor) bir ''Lord Chancellor gibi'' yazdığından yakındığı söylenir. Oysa bilimsel yöntem konusunda ikisinin görüşleri tam bir uyumluluk içindeydi. Bacon gibi Harvey de, doğa bilimlerinin ancak deney ve gözleme dayalı indüksiyonla gelişebileceği tezini savunuyordu. Doğayı ''kitaplardan değil, diseksiyon masasından öğrenebiliriz'' tümcesi, kalp ve kan dolaşımı üzerinde yazdığı kitabın önsözünde yer almaktadır. Hayvanların üremeleri üzerine daha sonra yazdığı bir kitabında yeni yöntemi göklere çıkarırken, eski skolastik düşünme yöntemini küçümsemekten kaçınmaz ve şöyle der: ''Doğa, tüm genişliği ve zenginliğiyle önümüzde serpilmiş iken, bilimi başkalarının yazdıklarında aramamız, sorunları kitaplardan derleyip bunlar üzerinde sonu gelmez, anlamsız tartışmalara girmemiz utanılacak bir olaydır. Niçin doğrudan doğanın kendisine gitmiyoruz? Onun önümüzde açtığı geniş yollardan cesaretle yürüyebiliriz. Kendi duyu verilerimize, giderek daha karmaşık düzeylere çıkan gözlemlerimize dayanarak doğanın gizemli kalbine girebiliriz.

William Harvey, Kan Dolaşımı


İşte Harvey bu anlayış içinde kan ve kalbin hareketleri üzerindeki çalışmasına koyuldu. Ancak onun başarısını anlamak için daha önceki bilgi düzeyi hakkında bir fikir edinmeye ihtiyaç vardır. Yukarıdaki şema, bize çok garip gelmekle birlikte, o zaman bile etkisini sürdürmekte olan Galen 'in düşüncelerini yansıtmaktadır. Buna göre, mide ve bağırsaklardan özümsenen yiyecek maddelerinin portakal (kanı toplar) damar tarafından karaciğere taşındığı, orada kana dönüştürülerek, ''venacava'' denen büyük toplardamar aracılığıyla kalbin sağ yanına iletildiği, o kesimin genleşmesiyle kanın içteki boşluğa geçtiği sanılıyordu. Yine sanılıyordu ki, kalbin büzülmesiyle kan dışarıya veriliyor, büyük bir bölümü büyük toplardamar ve ona bağlı dallar tarafından tüm vücuda, geriye kalanı ise bizim şimdi ''pulmonari arter'' dediğimiz akciğer atardamarları aracılığıyla akciğerlere iletiliyor. Bir tür gel-git hareketi söz konusuydu: Kalbin sağ yanının genleşmesi ve büzülmesiyle kan toplanıp boşalmaktaydı. Peki öyleyse kan, kalbin sol yanına, oradan da vücudun büyük atardamarına (aort) ve bronşlarına nasıl geçebiliyordu? Galen sisteminin en kayda değer özelliği de belki buydu. Bu özellik yüzyıllarca doğruluğundan hiç mi hiç kuşku duyulmayan bir teorinin ne tür kanıtlara dayanabileceği konusunu aydınlatması bakımından da önemlidir. Galen 'in açıklaması basitti: kalbin sağ ve sol karıncıklar arasındaki kalın ve kastan yapılmış bölme tam katı görünüşüne karşın, kanın geçişine elverişli süngerimsi bir yapıdaydı: öyle ki, ona göre sol yana geçen kan, kalbin atışlarına uyarak aort 'un aracılığıyla vücuttan toplanıp vücuda yayılmakta, şimdi ''pulmonary'' damarları dediğimiz, akciğer atardamarları aracılığıyla akciğerlere gidip gelmektedir. Ancak sistemi karmaşıklaştıran bir iki noktaya değinmeliyiz. Bunlardan biri karaciğer, beyin ve kalbin kendisi tarafından kana yüklendiği sanılan doğal, hayvansal ve yaşamsal ruh türünden birtakım belirsiz niteliklere ilişkin öğretiydi. Diğeri, kan gibi havanın da kalbe akciğer damarları aracılığıyla emildiğini içeren varsayımdı. Bununla birlikte Galen sisteminin özünü oluşturan düzenek basitti. Kanın atar ve toplardamarlar aracılığıyla bir yanda vücut ve akciğer, öte yanda kalp arasında gidip gelmesine dayanıyordu. bu arada bir de kanın, kalbin sağ yanından sol yanına hiç kimsenin görmediği, ancak varsayılan kılcal delikler aracılığıyla membran 'dan geçmesi sorunu vardı. Bu kılcal delikleri saptamaya çalışan, ama bulamadığını belirten Vesalius 'un bile, Galen 'e karşı çıkma cesaretini gösterememiş olması ilginçtir. Aynı şekilde Fabricius da toplardamarlardaki kapakçıkları betimlemesine ve öğrencisi yetkin kapakçıklar olduğunu ileri sürmekten çekinmiş, sadece kan akışını yavaşlattığını belirtmekle yetinmiştir. Birçokları gibi o da Galen 'e bağlıydı.

Ancak unutmamak gerekir ki, Harvey 'in deneysel yoldan saptadığı çift dolaşım sistemi, ondan önce başka gözlemcilerin de dikkatini çekmişti. Özellikle Cesalpino adlı bir İtalyanın sistemi keşfetmesinin eşiğine geldiği bilinmektedir. Ama, keşfi önleyen, Cesalpino 'nun başarısızlığında da açıklığa kavuşan bir neden vardı. Bir kez Cesalpino, deneysel çalışan bir bilim adamı değil, felsefede ve o zamanki bilimsel diyebileceğimiz konularda derin bilgisi olan bir kişiydi. Teolojiye tutkuya varan bir ilgisi, tartışmaya özel bir sevgisi vardı. Bu yüzden ne onun, ne de ondan önce gelenlerin yazdıklarının çağdaşları üzerinde önemli bir etkisi olmuştu. Bu yazıları yakın geçmişte ortaya çıkarmak ve şayet doğrudan gözlemlere dayanmış olsaydı, o dönemde ne denli önemli olabileceklerini göstermek büyük bir tarih araştırması gerektirmiştir.

William Harvey ve Kan Dolaşımı hakkında daha fazla bilgi için Google 'da Arama yapabilirsiniz.
Back To Top