20 Ocak 2016 Çarşamba

Sergey Ayzenştayn

Ayzenştayn, sinemayla ilgilenen herkes tarafından, sinema tarihindeki en önemli isimlerden biri olarak kabul edilmektedir. Bu kabulde, hem yaptığı filmlerin hem de geliştirmiş olduğu film kuramının payı vardır. Potemkin Zırhlısı (Brononosets Potyomkin, 1925) her zaman ''en iyi filmler'' listelerinde yer alırken, desteklenen ya da karşı çıkılan montaj kuramı da tartışmaların en üst maddelerinden birisidir. Kuramsal fikirleri, hem yaşamı boyunca derlediği veriler ve filmlerini yaparken kullandığı yöntemlerle biçimlendiği için yazılarında dağınık olarak yer alır hem de benimsediği diyalektik yöntemin bir zorunluluğu olarak sürekli değişim gösterir. Sistematik olarak geliştireceği tek bir fikre sarılmak yerine, sayısız konuyla ve bu konulara ilişkin pek çok kuramla ilgilenmiş bir düşünür olan Ayzenştayn, mühendislik ve  mimarlık eğitimi gördüğünden gelecekçilik ve inşacılıktan büyük ölçüde etkilenmişti. ''...teknik mühendislik metoduyla silahlanmış olarak, büyük bir istekle, yaratıcı sanatın temellerini, her an daha derinlemesine kazdım. İçgüdüsel olarak, mühendislikteki kısa deneyimim sırasında beni ele geçirmeyi başaran aynı, kesin bilgi dünyasını arıyordum.'' diyen Ayzenştayn, bakış açısının tümüyle faydacı, ussal ve maddeci olduğunu da açıklıyordu. Parti üyesi olmamasına karşın Marksist dünya görüşünü benimsemişti.



Ayzenştayn, makine estetiğine tutkundu, ama Marinetti gibi Rönesans 'ın tüm kalıntılarının yıkılıp, yok edilmesi düşüncesinde değildi. Tam tersine, bu dönemin yapıtlarına hayranlık duyuyor, mimar ve mühendis yönüyle, eski ustaların mekân ve hacim kullanımlarından etkileniyordu. Gelecekçi eğilimlerini, inşacılıkla bütünleştirerek, Marksizmin hümanizmi içinde eritmeye Ayzenştayn, ünü tüm dünyaya yayıldığı yıllarda bile, bin bir engel ve sınırlamayla savaşmak zorunda kalmış bir sanatçıdır. Kendi ülkesinde küçük düşürülmüş; film yapmak için gittiği Hollywood 'un yıldız köpeği Rin Tin Tin 'le fotoğrafları çekilmek istenmişti. Çok hareketli, kısa sayılabilecek bir yaşam süren Ayzenştayn 'ın adı, yapıtları ve fikirleri aracılığıyla kuşkusuz daha çok uzun süre yaşayacaktır.

Ayzenştayn, 1898 yılında doğdu ve kentsoylu bir aile ortamında büyüdü. Daha on yaşında Almanca, İngilizce ve Fransızca 'yı rahatlıklar konuşuyor, sürekli okuyor ve resim yapıyordu. 1915 'te Petrograd 'daki mühendislik okuluna devam ederken, tiyatroyla ilgilenmeye başlayarak sanata daha fazla zaman ayırdı. Babasının 'Beyazların' safına geçmesine karşın 'Kızıl Ordu'ya katılıp cepheye giden Ayzenştayn, 1919 'un sonunda, askerliğinin bitmesinden kısa süre önce, bulunduğu kasabadaki tiyatro grubuna girdi ve 1920 'de asker arkadaşlarıyla küçük oyunlar sahneledi. Bu yıllarda, doğu kültürüyle de ilgileniyor, Japonca öğreniyordu.

Moskova 'ya döndüğünde Doğu dilleri eğitimi yapmak istemesine karşın, kendisine yatacak yer ve yiyecek veren bir arkadaşının da etkisiyle tiyatrolarda iş arayan Ayzenştayn sonunda, Proleter Kültür (Proletkult) tiyatrosunda sahne tasarımcısı olarak çalışmaya başladı. Buradaki tartışmalarda Meyerhold 'un yanında yer alan Ayzenştayn, ilk görevini başarıyla gerçekleştirerek orijinal, stilize dekorlar hazırladı. Ayrıca, fikirleri beğenildiğinden aynı oyunda yönetmen yardımcılığı da yaptı. Bir süre sonra, giriş sınavlarını başararak yeni kurulan yönetmenlik okuluna kabul edildi ve burada gelecekteki çalışmalarını belirleyecek iki yıl geçirdi.

Ayzenştayn, 1922 yılında, eski tiyatrosundan ayrılmış bir gruba sanat yönetmeni olarak atandı. Burada yeni sahne dinamiğine ilişkin görüşlerini uygulamaya başladı. ''Atraksiyonlar montajı'' fikrini de bu yıllarda geliştirdi. Bu fikre ''sanatın gizlerine ve gizemine bilimsel bir yaklaşım bulma''ya çalışan genç bir mühendis olarak ulaştığını belirten Ayzenştayn, sanatın ürettiği izlenimlerin en küçük birimlerini araştırdığını, bilimde nasıl iyonlar, nötronlar ve elektronlar varsa sanatta da 'atraksiyonlar' olabileceğini söylüyordu. Bunun yanı sıra makine parçaları nasıl montajla bir araya getiriliyorsa, 'atraksiyon'lar da montajla birleştirilecekti. Böylece biri sirkten, müzikholden, öteki endüstriden gelen iki sözcük, izlenim birimlerinin bir araya getirilişini tanımlamak üzere eşleştirilmiş oluyordu. Diyalogların sahnede, dekor, aydınlatma, kostüm gibi öğelerin üzerinde bir öneme sahip olmasına karşı çıkan Ayzenştayn, tüm öğeleri atraksiyon olarak adlandırıyordu. Ona göre, yönetmen bunlarun tümünü, anlamlı bir bütün elde etmek için düzenlemek zorundaydı.

Ayzenştayn, seyircilerin oturduğu koltukların altında havai fişekler patlattığı ilk oyunundan sonra, 1924 yılında, Moskova gaz fabrikasında Gaz Maskeleri adlı bir başka oyun sahneye koydu. Seyirciler ve oyuncular hep birlikte, devasa makinelerin, yağ ve gaz kokularının içinde yer aldıalr. Ancak, Ayzenştayn sonuçtan memnun kalmamıştı; yapaylık ile gerçeklik yan yana gelmiş, ama birbirine sindirilememişti. Bu durum, ona tiyatronun sınırlarını gösteriyordu. Artık, ilgisini tümüyle sinemaya yöneltecekti. Kuşkusuz, bu ilgi yeni bir şey değildi ve Ayzenştayn 'ın öğrencilik günlerine dek uzanıyordu. Ayzenştayn, Griffith 'in filmlerini incelemiş, kurgu teknikleri üzerine epey düşünmüş, 1923 'te Kuleşov 'un işliğindeki çalışmaları kısa bir süre izledikten sonra beş dakikalık kısa film çekmiş, 1924 yılında Ester Şub 'a Kumarbaz Dr.Mabuse 'ün yeniden kurgulanmasında yardım etmişti. 1925 'te Grev 'in (Staçka) hazırlıklarına başladı ve sonraki filmlerinde de yapacağı gibi, çok ayrıntılı bir çekim senaryosu hazırladı. Tiyatroda geliştirdiği montaj fikrini filmine uygulamaya çalışıyor, deneyimli ve yetenekli görüntü yönetmeni Tisse 'nin bu konuda büyük desteğini alıyordu. Sonuçta, Grev, çarpıcı kesmeler ve görsel metaforlarla dolu, dinamik ve deneysel bir film olmuştu. Filme farklı tepkiler geldi. Pravda ''sinemamızın ilk devrimci yaratısı'' derken, başkaları filmi devrimci yoldan bir sapma olarak değerlendirdi. Grev, seyirciden de fazla ilgi göremedi, ama Sovyetler Birliği dışında etkili oldu ve çok başarılı bulundu.
Yazar:Nilgün Abisel

Sergey Ayzenştayn hakkında daha fazla bilgi için Google 'da Arama yapabilirsiniz.

2 yorum

avatar

Daha 50 yaşında hayata gözlerini yummuş efsane oyuncu ve yönetmendir. Hayarı hollywood ve sovyetler birliği arasında geçmiştir. zor gelir böyle insanlar. hep dce genç yaşta ölürler.

avatar

eskiden trt de, yani eski dediğim 1995 yıllarında oynatılan filmlerde izlerdim ama nedense bu tür filmler bana pek hitap etmeni sanırım 70-80 li dogumlu olanlar daha çok ilgileniyor bu tarz filmlerle.

Back To Top