Alman sinemasında 1920 'lerin ortalarına doğru, günlük yaşamla ilgili filmler de yapılmaya başlandı. Savaş ve sonrası koşulların yarattığı ekonomik ve toplumsal sarsıntılarla çöküntüye uğrayan alt-orta sınıfın yaşamını, ruhsal dünyasını ve saplantılarını anlatan bu filmlerin çoğu oda filmi teknikleriyle gerçekleştiriliyordu. Bu kez UFA 'nın mimar ve ressamlarına, grafikçilerine, yoksul odaları, kenar mahalleleri, sokakları, loş aralıkları inşa etmek düşmüştü. Bu filmlerde, psikolojik boyut ağır bastığından, umutsuz ve çaresiz kahramanların dünyası son derece kasvetli bir hava taşıyordu.
Dışavurumcu aydınlatmanın yarattığı gölgeler, karanlıklar ve siyah-beyaz zıtlığının kullanılışı bu ortamın yaratılmasına büyük katkıda bulunuyor, duyguları, iç dünyaların labirentlerini sergilemek için kamera kullanımı yeniden değerlendiriliyor, yeni yöntemlere başvuruluyordu.
1925 yılında, sanatta yeni bir eğilimi ortaya koyan ''Yeni Nesnelcilik'' (Die neue Sachlichkeit) adlı geniş bir sergi düzenlenmişti. Bu eğilim, ütopyalardan ve şiirsellikten uzak kalmaya çalışan, olayların gerçekçi toplumsal çözümlemelerinden yola çıkarak olabildiğince tutarlı ve açık olmayı amaçlıyordu. Bireyselden çok ortak olana yönelen ve yaşananlara ilişkin yorumsuz haberleri yan yana veren bir gazetenin ''nesnelliğini'' çağrıştıran bu yaklaşım, bir grup sinemacıyı da etkilemekte gecikmedi. Böylece, kostüme dramaların, ölümcül fantezilerin, dağ filmlerinin, operetlerin, ucuz güdülerin arasına, bunlardan daha az popüler olan sıradan insanın yaşamıyla ilgili filmler de katıldı. Bazı senarist ve yönetmenler, aşılması zor toplumsal koşulların baskısı altındaki insanların maddi ve manevi durumlarını birbiriyle ilitilendirerek anlatmalarına imkan verecek konularla temaların peşine düştüler. Kendi içine çekilmiş bireyin dramını, kameranın kullanım olanaklarını zenginleştirerek işleyen yönetmenlerin başında Friedrich Wilhelm Murnau gelir. Bu nitelikteki filmlerinde en büyük yardımcısı da Carl Mayer 'dir.
1888 yılında doğmuş, felsefe, sanat ve edebiyat tarihi okumuş olan Murnau, Reinhardt 'ın yanında yetişerek oyunculuk ve yönetmen asistanlığı yapmıştı. Savaştan sonra film yönetmeye başladı. İlk filmlerinin öoğu kayıp olmakla birlikte, bulunabilenlerden, kamerayı özgürce kullanma eğiliminde olduğu ve dış mekan çekimlerden olağanüstü ruh hallerini sergilemek üzere yararlandığı, sıradan kentsel ya da doğal ortamları, seyircinin zihninde ''Murnau 'nun manzaraları' olarak bütünlenecek biçimde görüntülediği anlaşılmaktadır.
Murnau, ilk çıkışını Bram Stoker 'in Dracula adlı romanının uyarlaması olan Nosferatu, Bir Dehşet Senfonisi ile (Nosferatu, Eine Sinfonie des Graunes, 1922) yaptı. O da, günün gözde konusunu ele almış, dünyayı tehdit eden büyük bir güçle kurbanlarının öyküsünü işlemişti. Dış mekan çekimleri, film hileleri ve etkileyici görüntüleriyle ürpertici bir ortam yaratan film, en büyük desteği, fantastik öyküsünün sıradan günlük yaşam atmosferi içinde sergilenişinden alıyordu. Bununla birlikte, bazı sinematografik olanakların, örneğin negatif görüntülerin kullanılması, doğal ve doğaüstü ortamlar arasındaki ayrımın başarıyla gerçekleştirilmesini sağlıyordu. Nosferatu, gizemli ve dehşet verici atmosferiyle Murnau 'ya sinema tarihindeki yerini kazandıran film oldu.
Son Adam ise Murnau 'nun Nosferatu 'dan sonra yaptığı filmidir ve hem kendinin hem de Alman sinemasının baş yapıtlarından biri sayılır. Murnau, bu filmde, toplumsal konumları, bireysel hırsları, kişilerin kendilerini ve ötekilerini algılama tarzını sergilemek istiyordu. Uzun süre beraber çalıştığı Mayer ile birlikte, kameranın yalnızca dış dünyanın nesnel ayrıntılarını göstermekle kalmayıp gizli bir göz gibi, karakterin duygularını ve tepkilerini de yazımlamasını sağladı. Böylece Son Adam, kamera kullanımı açısından dönemin en ilginç örneklerinden biri oldu.
Friedrich Wilhelm Murnau ve Özgurleşen Kamera hakkında daha fazla bilgi için Google 'da Arama yapabilirsiniz.
Dışavurumcu aydınlatmanın yarattığı gölgeler, karanlıklar ve siyah-beyaz zıtlığının kullanılışı bu ortamın yaratılmasına büyük katkıda bulunuyor, duyguları, iç dünyaların labirentlerini sergilemek için kamera kullanımı yeniden değerlendiriliyor, yeni yöntemlere başvuruluyordu.
1925 yılında, sanatta yeni bir eğilimi ortaya koyan ''Yeni Nesnelcilik'' (Die neue Sachlichkeit) adlı geniş bir sergi düzenlenmişti. Bu eğilim, ütopyalardan ve şiirsellikten uzak kalmaya çalışan, olayların gerçekçi toplumsal çözümlemelerinden yola çıkarak olabildiğince tutarlı ve açık olmayı amaçlıyordu. Bireyselden çok ortak olana yönelen ve yaşananlara ilişkin yorumsuz haberleri yan yana veren bir gazetenin ''nesnelliğini'' çağrıştıran bu yaklaşım, bir grup sinemacıyı da etkilemekte gecikmedi. Böylece, kostüme dramaların, ölümcül fantezilerin, dağ filmlerinin, operetlerin, ucuz güdülerin arasına, bunlardan daha az popüler olan sıradan insanın yaşamıyla ilgili filmler de katıldı. Bazı senarist ve yönetmenler, aşılması zor toplumsal koşulların baskısı altındaki insanların maddi ve manevi durumlarını birbiriyle ilitilendirerek anlatmalarına imkan verecek konularla temaların peşine düştüler. Kendi içine çekilmiş bireyin dramını, kameranın kullanım olanaklarını zenginleştirerek işleyen yönetmenlerin başında Friedrich Wilhelm Murnau gelir. Bu nitelikteki filmlerinde en büyük yardımcısı da Carl Mayer 'dir.
1888 yılında doğmuş, felsefe, sanat ve edebiyat tarihi okumuş olan Murnau, Reinhardt 'ın yanında yetişerek oyunculuk ve yönetmen asistanlığı yapmıştı. Savaştan sonra film yönetmeye başladı. İlk filmlerinin öoğu kayıp olmakla birlikte, bulunabilenlerden, kamerayı özgürce kullanma eğiliminde olduğu ve dış mekan çekimlerden olağanüstü ruh hallerini sergilemek üzere yararlandığı, sıradan kentsel ya da doğal ortamları, seyircinin zihninde ''Murnau 'nun manzaraları' olarak bütünlenecek biçimde görüntülediği anlaşılmaktadır.
Murnau, ilk çıkışını Bram Stoker 'in Dracula adlı romanının uyarlaması olan Nosferatu, Bir Dehşet Senfonisi ile (Nosferatu, Eine Sinfonie des Graunes, 1922) yaptı. O da, günün gözde konusunu ele almış, dünyayı tehdit eden büyük bir güçle kurbanlarının öyküsünü işlemişti. Dış mekan çekimleri, film hileleri ve etkileyici görüntüleriyle ürpertici bir ortam yaratan film, en büyük desteği, fantastik öyküsünün sıradan günlük yaşam atmosferi içinde sergilenişinden alıyordu. Bununla birlikte, bazı sinematografik olanakların, örneğin negatif görüntülerin kullanılması, doğal ve doğaüstü ortamlar arasındaki ayrımın başarıyla gerçekleştirilmesini sağlıyordu. Nosferatu, gizemli ve dehşet verici atmosferiyle Murnau 'ya sinema tarihindeki yerini kazandıran film oldu.
Son Adam ise Murnau 'nun Nosferatu 'dan sonra yaptığı filmidir ve hem kendinin hem de Alman sinemasının baş yapıtlarından biri sayılır. Murnau, bu filmde, toplumsal konumları, bireysel hırsları, kişilerin kendilerini ve ötekilerini algılama tarzını sergilemek istiyordu. Uzun süre beraber çalıştığı Mayer ile birlikte, kameranın yalnızca dış dünyanın nesnel ayrıntılarını göstermekle kalmayıp gizli bir göz gibi, karakterin duygularını ve tepkilerini de yazımlamasını sağladı. Böylece Son Adam, kamera kullanımı açısından dönemin en ilginç örneklerinden biri oldu.